Olimpiyadlar’a Aday mıyız?

 

Cüneyt E. Koryürek

 

“Bu haftaki yazıma bir özürle başlamak istiyorum. Geçen haftaki yazı, telefonda dikte edildiği için bazı yanlış anlamalar olmuş, söylenenler yazılmamış ve bazıları da yanlış çıkmış.”

 

Geçen hafta, dört defadır İstanbul adına Olimpiyadlar’ı organize etmek için adaylığımızı konu almıştım. AB ile olan ilişkiler ve Türkiye’nin dışarıda hiç de iyi tanınmaması İstanbul Metropolitan sahasının gelişmesi için yapılacak tüm çalışmalar arasında İstanbul Olimpiyadları’nı ele almak kimsenin aklının ucundan dahi geçmedi. Çeşitli ülke ve kentlerin Olimpiyadlar’ı almadaki amaçlarını geçen hafta yazmıştım. Olimpiyad organizasyonunun bir kentin modernleşmesi için nasıl bir katkı yaratacağını kabul etmek gerekir. İstanbul için yapılması gerekenler, bu tempo ile ancak 50 yılda gerçekleştirilebilirken, Olimpiyadlar’ın alınması ile bu sürenin 7 yıl gibi kısa bir devreye sığdırılması imkanı doğar.

 

Sydney’deki 2000 Olimpiyadları’nda 50 yıllık arkadaşım Ali Abalı ile konuşuyordum. “ Biz Olimpiyad yapamayız Cüneyt” dedi. Ben de , gayet sert bir şekilde “Sen yapamazsın” dedim. Ali Abalı alındı. İzah ettim, “Sen yapamazsın ama oğlun yapar” dedim. Zira oğlunun Londra’da çok büyük bir yabancı şirketin en üst yetkilisi olarak görev yaptığını biliyordum. Ali anladı, “Haklısın” dedi.. Sözün kısası Olimpiyadlar’ı yapmak için dünkü kafa ile düşünen değil, bu gün yaşayan fakat yarınki kafayla düşünen insanlara ihtiyaç var. Belki inanmayacaksınız ama, yarınki kafayı taşıyan çok kabiliyetli ve kaliteli elemanlar var etrafta.

 

Olimpiyadlar’ın sahibi, kısa adıyla IOC diye anılan Uluslararası Olimpiyad Komitesi’dir. Bu komitenin üyeleri çeşitli ülkelerden, genelde sporda isim yapmış kişiler arasından seçilir ve seçildikleri ülkeleri değil, o ülkelerde IOC’i temsil ederler Sinan Erdem’in ölümünden beri IOC Türkiye’den bir üye seçmemiştir. Aday seçimi sırasında genelde 110 üye oylarını kullanır. Bu duruma göre, seçimden önce 50 üyeyi ikna edebilen bir kent üçüncü turda dahi seçimi kazanır.

 

Genelde Olimpiyadlar’a aday olan her kent, dünyanın her tarafına yayılmış bu üyeleri direkt veya dolaylı ikna etmek için elinden geleni yapar. Ama, başka konularda olduğu gibi Olimipyadlar’ın alınmasında da yükün büyük kısmı tek bir kişinin omzuna yüklenir. Olimpiyadlar’ı 1996’da Atlanta’ya getiren Bill Payne adında bir iş adamı, bütün zorluklara ve tecrübesizliğine rağmen, bir avuç insanla kurduğu bir takımla bu işi başarmıştır. Atina, 1990 yılında Tokyo’daki seçimde Olimpiyadlar’ı Atlanta’ya kaptırınca bir daha asla aday olmayacağını ilan etmesine rağmen, Atlanta’daki başarıyı gördükten sonra fikrini değiştirmiş ve bu işi kotarmak için bir komisyon kuracağına tüm yetki ve sorumluluğu, zengin bir işadamının karısı olan çok iyi eğitim görmüş, akıllı ve bilgili Bayan Angele Poulos’a vermişti. Bu becerikli kadın, bir yıl içinde gerekli çoğunlu sağlayacak çalışmayı yapıp, 1997 yılında 2004 Olimpiyadları’nın Atina’da yapılmasını sağladı. Moskova ve Los Angeles’de, 1500 metre’de iki altın madalya kazanan İngiliz atleti, Sebastian Coe atletizmi bıraktıktan sonra şan ve şöhretini kaybetmeden, iki kez İngilizlerin kaybettiği adaylık şansını bu becerikli şampiyon yoluyla yapmış ve Paris’in adaylığını destekleyen Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’a rağmen 2012 Olimpiyadları’nın Londra’ya alınmasını sağlamıştır.

 

Oilmpiyadlar bir ülkeye değil bir kente verilir. Her Olimpiyad sonunda, stada Olimpiyadlar süresince dalgalanan bayrak indirilir o kentin belediye başkanı tarafından, Olimpiyadlar'ı dört yıl sonra organize edecek kentin belediye başkanına verilir. Maalesef, 1993’den beri aday olduğumuz Olimpiyadlar’a gerçekten sahip çıkan hiçbir büyük şehir belediye başkanına sahip olamadı İstanbul. Şuna kesinlikle inanıyorum ki, Bedrettin Dalan aday olduğumuz yıllarda belediye başkanı koltuğunda otursaydı 2004 veya 2008 Olimpiyadları'nı İstanbul kazanırdı.

 

Geçen yazımda da yazdığım gibi, Olimpiyad Yasasını hazırlarken İstanbul Ticaret Odası’nın, Olimpiyad Hazırlık Komitesi’nde yer almaması çok büyük bir hata olmuştur. Bence bakanlık, Yasada hemen bir değişiklik yaparak, kentte yapılacak Olimpiyadlar’dan en çok faydalanacak olan iş ve ticaret dünyasının katkısının da sağlanmasını gerçekleştirmelidir.

 

Diğer taraftan, geçen yazımda da kısaca belirttiğim gibi, bugün ikinci kez  Yelken Federasyonu başkanı olarak seçilen ve uluslar arası Yelken Federasyonunda konsey üyesi olan Nazlı İmre gibi bir kişinin, Angele Poulos’un Atina için yaptığını İstanbul için yapmasını sağlamamız gerekir.  Kişiliği, sosyo-ekonomik durumu, görgü ve birikimi ile hem Türkiye içinde hem Türkiye dışında saygıyla anılan bu Türk kadının 2016 Olimpiyadları’nı İstanbul’a getirecek unsurların en önemlisi olduğunu anlamız gerekir. Hatırlanacağı gibi, 2016 için aday olacak kentler gelecek yıl adaylıklarını açıklayacaklar ve adaylık seçimi de 2009 yılında yapılacaktır.

 

Bazı politikacıların, “2016 çoooook uzak” dediklerini duyar gibi oluyorum. Ama ben, Olimpiyadlar’ın alınmasında politikacıların değil, ileriki yılları görebilen devlet adamlarının bu durumu görüp, ona göre karar vererek, bugünden itibaren uygulamaya geçmelerini bekliyorum.

 

Eğer böyle hareket etmezsek, bizim temsilcilerimiz seçim günü bir grup halinde yabancı bir kente giderler ve başka bir kentin adaylığı kazandığını beşinci kez görürler. Ben şahsen, aynı sahneyi beşinci kez görmek istemiyorum. Bu nedenle, “Aday olalım, ama çalışalım” diyorum, ve, Ali Abalı’nın oğlu gibi gayet iyi yetişmiş ve kendi sahalarında yükselmiş kişileri ve bundan önceki Olimpiyadlar’da başarıyla görev yapmış bazı yabancıları da

takıma alalım.

 

Karar bizim. Kazanmaya mı gidiyoruz, yoksa yine yenilgi ile mi döneceğiz?